Rönesans ve Rönesans’ın Avrupa Dışı Kaynakları

Rönesans çoğunlukla modern Avrupa toplumunun ve bireyselliğin doğuşu olarak değerlendirilen tartışmalı bir tarihsel periyottur. Tartışmalı olduğu için de pek çok başka örnekte olduğu gibi tarihsel sınırlarını belirlemek oldukça zor. Fakat, en çok kabul edilen yaklaşım Rönesans’ın 1330-40’larda yani ilk hümanist Petrarca’nın yaşadığı dönemde başlayıp, 17. yy.’a kadar devam ettiğini kabul eder. Bu periyod Hıristiyan Avrupa’nın sınırlarına ve Ortaçağlı atalarının kurduğu dünya görüşüne hapsolmuş insanların kendi zincirlerini kırmaları ile gelişmeye başladı. Bu insanlar hem Rönesans’ı ortaya çıkardı, hem de Rönesans onları geliştirdi.

Okumaya devam et

İklimler, Andre Maurois

Çoğu zaman bir kitabın adına vurulurum, derhal alırım. Çoğu zamanlar ise zarafetiyle bana kitap raflarından seslenen bir kitabı alır derhal arka kapağını okumaya koyulurum. Kitaba dair ilk izlenimlerimi oluşturan bu zaman dilimi kitap alıp almayacağıma, okuyup okumayacağıma dair karar verme sürecimde çok etkilidir.

Andre Maurois’nin ”İklimler” adlı başyapıtı arka kapağını okur okumaz sarsmıştı beni. Derhal aldım, eve gelip çalışma masama oturduğumda elimde sihirli bir şey tutuyormuş hissine kapılmıştım; kitabın kapağını açacağım, kitap daha ilk cümleden başlayarak kelimelerin arasından bana aşka, kendime, insanlara ve bu evrene dair birtakım sırlar fısıldayacak.

Okumaya devam et

Nusayri Alevileri’ne Kısa Bir Bakış

İstanbul’da okumaya başladığım dönemde -belki de yaşadığım yere duyduğum hasretin etkisiyle- kim olduğuma, kendi öz kimliğime dair sorular çokça aklıma gelmeye başlamıştı. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayıp eğitim alma şansına sahip her birey gibi ben de klasik Türk tarih anlatısı ile büyümüştüm daha doğrusu büyütülmüştüm. Beynimin içi Türk ulusunun kazandığı ”büyük zaferler” ile dolup taşıyordu. Bir gün ”o büyük, o ulu Türklerden” biri olmak için gerekli gücü ”damarlarımda akan asil kanda” buluyordum ve tarih kitaplarını elimden indirmiyordum. Yine de derinlerde bir yerde gerçeğin böyle olmadığını biliyordum. Benim çevrem, benim köyüm, çevremin yaşayış biçimi asimilasyon altında can çekişse de arkadaşlarımın çevresinden, arkadaşlarımın köylerinden, onların yaşam biçimlerinden oldukça farklıydı. Türbelere gidiyorduk, büyüklerim Arapça konuşuyordu, ”cami” bize oldukça yabancıydı, sakalları dizlerine kadar uzayan şeyhlerimizi her gördüğümüzde hazır ola geçer, ellerini öperdik. Yeni tanıştığım bir insan oldu mu evde sorulan ilk soru ”mınnınna mı?” olurdu.

Okumaya devam et