Nusayri Alevileri’ne Kısa Bir Bakış

İstanbul’da okumaya başladığım dönemde -belki de yaşadığım yere duyduğum hasretin etkisiyle- kim olduğuma, kendi öz kimliğime dair sorular çokça aklıma gelmeye başlamıştı. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayıp eğitim alma şansına sahip her birey gibi ben de klasik Türk tarih anlatısı ile büyümüştüm daha doğrusu büyütülmüştüm. Beynimin içi Türk ulusunun kazandığı ”büyük zaferler” ile dolup taşıyordu. Bir gün ”o büyük, o ulu Türklerden” biri olmak için gerekli gücü ”damarlarımda akan asil kanda” buluyordum ve tarih kitaplarını elimden indirmiyordum. Yine de derinlerde bir yerde gerçeğin böyle olmadığını biliyordum. Benim çevrem, benim köyüm, çevremin yaşayış biçimi asimilasyon altında can çekişse de arkadaşlarımın çevresinden, arkadaşlarımın köylerinden, onların yaşam biçimlerinden oldukça farklıydı. Türbelere gidiyorduk, büyüklerim Arapça konuşuyordu, ”cami” bize oldukça yabancıydı, sakalları dizlerine kadar uzayan şeyhlerimizi her gördüğümüzde hazır ola geçer, ellerini öperdik. Yeni tanıştığım bir insan oldu mu evde sorulan ilk soru ”mınnınna mı?” olurdu.

Okumaya devam et